Salı’nan Şarkılar Vol. 35 | Neler Çektim

Arkadaşlar kendilerine “Ethnic Band” diyor. Galiba Ferman ve Mangası yada FaNga diye de adlandırılıyorlar. Mesele bu değil lakin. Mesele burdaki türküyü çalgısıyla, sesiyle, sözüyle mükemmel bir şekilde icra etmeleri.

Diyorlar ki; “Eyyüb’ün derdi dert midir?” Ondan besbeter çekenler var…

Ethnic Band &  Ferman Akgül – Ben Bu Aşkın Çilesini

Beşikt”aşk” 109 yaşında.

“Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu?” diye sordu ve devam etti.

“ Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor” diye konuştu Mehdi.

Siz Hiç Beşiktaşlı Oldunuz mu?

O Biçim Dünya

Kocaman kalplerimiz, küçücük bedenlerimizle
Sanki ummanda bir adayız
Bir arpa gibi
Bir fıçı biradayız
Ne biçim bir dünyadayız?

Kahvede telveyiz
Zeytinsi meyveyiz
Binlerce aklı evvel ile büyük bir fanusta
Sonsuz bir kurradayız
Ne biçim bir dünyadayız?

Balon şişiriyor beş yaşındaki yiğenim ıslığıyla…
Balon şişiriyor
Beş yaşındaki yiğenim
Islığıyla
Beş yaşındaki yiğenimin az sonra patlatacağı balondayız
Ne biçim bir dünyadayız?

Şubat, Ankara

20120229-212137.jpg

14 Şubat Yazısı

Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-i sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var
………………………………………………………Fuzuli

Necid çölünde rüzgarlar bazen deliye döner, kumları kaldırıp bir başka yere taşır durur. (*)

Çöl yolcularından birkaçı, garip bir itikadla:

“Çöl, Mecnun’u hatırladı yine” der.

Bazıları inanır bazıları inanmaz…

Veda Kuyu’sunun başında konaklayan her kervanda, elleriyle uzakta harabe haline gelmiş bir yeri gösterip, işaret eden biri çıkar mutlaka.

“Biliyor musunuz? Mecnun’un asıl yurdu burasıymış” diye konuşur sonra.

Kervandakiler sorar;

“Ya Leyla’nın yurdu?”

Adam, bir yer göstermeden;

“Çok yakında bir yerdeymiş, ama o da harabe haline gelmiş” diye cevaplar.

Bazıları inanır bazıları inanmaz…

Sonra, yaşlı biri, sakalını sıvazlayıp dalgın gözlerle konuşmaya hazırlanır:

“Bir zamanlar” diye başlar ve anlatır efsaneyi…

Kervan tekrar yola koyulup uzaklaştıklarında, Veda Kuyusu’ndan boğuk bir çığlık işttiğini söyler gençlerden biri.

Bazıları inanır bazıları inanmaz…

“”Leyla” diye uzun bir çığlıktı” diyerek, ısrar eder aynı genç.

“İçinden gelmiş olmasın sakın, o Leyla çığlığı?” diye bir söz atar ortaya, bir diğeri gülerek.

“Leyla diyerek mi bağırdı, Mecnun diyerek mi?” diye takılır.

Yaşlı adam, gözleri dalarak sözü noktalar:

“Ha Leyla ha Mecnun. Ha Mecnun ha Leyla!”

Söz bitmiştir artık…

Bazıları inanır bazıları inanmaz…

* : Müellifi bilinmeyen ve sadece bir kaç sitede imla ve dilbilgisi kurallarından yoksun olarak bulunan bu hikaye düzenlenerek, biraz da değiştirilerek buraya kopyalanmıştır. Her hakkı saklı olabilir.
Bu arada, bu yazıdan bu günü kutladığımızı zannedenler avucunu yalasın. Bu safsataya, bazıları inanır, bazıları inanmaz…

İçimde Yangın Var

“Kaçta uyudun” diyor amcam “dörtte” diyorum. “Ne yapıyorsun dörde kadar?” diyor, susuyorum. “Film izliyorum” dersem, “hangi filmi?” diyecek, biliyorum. Ahh amca! Nereden bileceksin içimdeki yangını?

Yönetmenlik zahmetli meslek. “Bazı işler vardır onlara sanat denemez,” derdi ortaokulda matematik hocamız, “onlar birer zanaat işidir”. Bu iş bana göre değil, anladım. Hiç bir zaman yönetmen olamayacağım, biliyorum. Anlatmak ise bir ızdırap meselesi. Bitmek tükenmek bilmeyen bir ızdırap. Ben aktarmanın ızdırabıyla, anlatmayı seçtim. Tembellik de anlatma çabası da “içimde birer yangın.”

Her anlatılan hikaye, hikayelerin en güzelidir. Hani “güzel” kategorisinde yer aldığı için en güzel değildir, sizin olduğu için en güzeldir. Size dokunduğu için.

Lübnan’da bir kayanın üstünde günlerce oturan ve sonrasında saçları ağaran Tanios’un içindeki yangın var içimde. Sahi neydi bu yangın? Okuma aşkı mıydı? Yoksa aşkı okuma çabası mıydı?

Biri biliyorum demeye utandığım, diğeri hiç bir zaman tam anlamıyla ögrenemediğim iki dilim var. İki sıcak ateş… Yılların ısrarına karşı, yıllanmış önyargılar. İki lisan içimdeki yangın.

Daha neler neler. Ben anlatamam. Sen anlayamazsın. Hem “anlamama meselesi” senin kapasitenle alakalı değil. Dilim, dolaylı tümleç gibidir benim. Dolandırırım cümleleri, kafan karışır.

“İçimdeki yangın” içimi kavuruyor amca. Uykumu kaçırıyor her akşam. İzle bunu.

20120204-135855.jpg

20120204-140407.jpg

İki Film Bir Oyun

Sherlock Holmes – II (Film)

“Akıllara durgunluk veren” deyimini değiştirecek eski bir hikaye ile modern bir eser var karşımızda.

Çünkü bahse konu eser akıllara hızlı düşünme telkini, gözlere ise “yavaş çekim“ ziyafeti veren bir film. (Ne yazık ki) Hiç okumadığım, fakat milyonları kendine hayran bıraktığını bildiğim hikayesiyle, sinemanın tüm imkanları da birleşince ortaya seyir zevki yüksek sahneler çıkmış.

Puanımız :8/10

20111231-161734.jpg

Nar

Nar (Film)

Düşünsel derinliği, felsefi bir birikimi olan film. Çok şey anlatmak istemiyor. Hepimizin dünyası farklı diyor o kadar.

Ama ne oyuncu seçiminde, ne de anlatmak istediğini anlatabilmede başarılı olabilmiş. Serra Yılmaz hep bir iğreti duruyor. Vavien’de de böyle düşünmüştük. Bu filmde de böyle. Ukala duran, sessiz, sevimsiz bir yanı var. Vekil de olamıyor, gettoda sıkışmış halktan biri de.

Filmin asıl anlatmak istediğini bize aktarabilen sanatçı, hem güzel oyunculuğu hem de canlandırdığı karakteri ile İdil Fırat oluyor. Hayır, diğer sanatçıların hakkını yediğimizi düşünmüyoruz. Film, başından ortasına kadar hep bir arafta kalmış gibiydi. Ta ki İdil Fırat kadraja girene kadar.

Filmin bir sahnesinde Erdem Akakçe’nin yerde yuvarlandığını görüyoruz. Bu sahne ile Esra Ceyhan’ın programında uçtuğunu iddia eden adamın “uçması“ arasında bir benzerlik kuruyoruz.

Tıpkı “filmin adeta uçtuğunu” iddia edenlerin iddialarının aksine bir film olması gibi. Tıpkı Ümit Ünal’ın boş yere yaygara koparması gibi.

Film uçma iddiasında ama uçamamış bizce. Olmamış diyor, kendisine Esra Ceyhan’ın sözleri ile sesleniyoruz: “Alalım sizi dışarıya. Evet… Evet… Alalım.“

Puanımız: 5/10

20111231-161727.jpg

Nar Filmi Afişi

Tek Kişilik Şehir (Oyun)

Aslında tek kişilik şehir değil bu oyunda anlatılan, çok kişilik dünyada tek kişilik hayatlar.

Absürd bir komedi. İkinci perdede zirveye çıkan oyunculuklar. Kahkahası bol. Düşündüren, endişelendiren, eğlendiren, ders veren, keyif veren bir oyun. İzlenmeli. İkinci kez izlemek için beklenmeli. Oyun hakkında uzun uzun yazmalı.
devamı da var >>

Sırtlan: İlkel Dünyanın Mazlum Hayvanı

Sırtlan dediğiniz, kapitalist dünya belgesellerinin kapitalist bakış açısına sahip mazlum hayvanıdır.

Durun, öyle hemen “Hayır işte, nefret ediyorum, sinsi, kötü, pis geliyor bana, mesela sırp deyince hep Bosna’dan dolayı sırtlan geliyor gözümün önüne” demeyin.

Biz diyoruz ki, herşeyi aslan kral gözüyle bizlere sunan zavallı belgeselciler sırtlanı aslanın artıklarıyla geçinen leş yiyici olarak gösteriyorlar.

Aslında durum hiç de öyle değildir. Kendi avını sindire sindire yemek isteyen sırtlana her zaman bir aslan ortak olur.

“Tam tersi.” diyebilirsiniz. “Zulmeden birileri demek sırtlan, arkadan vuran demek” diyebilirsiniz.

Oysa sırtlan zulmedilen demek bizce. Sahip olduğu avı, kendisinden güçlü olana teslim eden, kendi rızkını en son yiyen, doğal olarak adı leş yiyiciye çıkandır sırtlan.

Biliyoruz. O kadar yerleşmiş ki, değişemiyor düşünceleriniz.

Ama şunu bilin, yeter diyoruz. Sırtlan; canı için fedakarlığı sırtlanandır

Üstelik, aslanın yemediği halde (buraya dikkat) öldürdüğü tek hayvandır.

“Aslan sırtlanı öldürmeye tenezzül etmez” falan demeyin. Çıkarcılığın baş aktörüdür oysa aslan. Kraldır ya herşeye hakkı vardır.

İnsanlık aleminde kendisine aslan benzetmesi yapılanlar daha çok sırtlan, kendisine kurnaz, sinsi denilenlerse aslında daha çok aslandır bizce.

20111229-221320.jpg

kim daha sırtlan? (kaynak: 9gag.com)

Şimdi şu resme bakınca sormak lazım kim daha sırtlan, kim daha aslan?

 
ayrıca… =>

Van’da 4. Gün: Ve Son…

Bu gezi notu, 31 Mart 2011 tarihinde yazılmış olup, zorunlu site değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulmuştur.
Van’da 4. Gün

Van notlarının tamamını okumak için;
Van – 1
Van – 2
Van – 3.1
Van – 3.2
Van – 4

Resimler ve Dönüş

Sabah 8:00’de Kapıköy’e doğru yola çıkıyoruz. Bu sabah huzursuz uyandım. Harcırahımızın azlığı yüzünden misafirhanede hiç tanımadığım bir adamla kalmak ne kötü…

Heyetle yolda uzun bir sohbete koyuluyoruz. Dağlar, göller, sular, bölge insanları, evlerin biçimleri derken sohbet uzayıp gidiyor…

Sonunda Kapıköy’e varıyoruz. Tüm incelemeler bitiyor, geri dönüyoruz.

dağlar kıyıya paralel - 1

dağlar kıyıya paralel - 1

Akdamar adasına gittiğim gün öğrendiğim Van Gölü kenarındaki balıkçıya götürüyorum heyeti. Aramızdaki İngiliz bu lezzete bayılıyor. Arada bir rakı diyor. İçimizdeki ecnebinin bir Türk içkisine olan bu merakı hepimize sevimli geliyor.

Günü güzel geçirmenin heyecanıyla karşılıklı teşekkür ederek yollarımızı ayırıyoruz, hem birbirimizden hem de Van’dan…

Yol Resimleri

dağlar kıyıya paralel - 2

dağlar kıyıya paralel - 2

dağlar kıyıya paralel - 3

dağlar kıyıya paralel - 3


devamını okumak ve diğer resimleri görmek için=}

(Devam) Van’da 3. Gün: Hayatımın En İlginç Anılarından Biri

Bu gezi notu, 30 Mart 2011 tarihinde yazılmış olup, zorunlu site değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulmuştur.
Van’da 3. Gün 2. Kısım
Van notlarının tamamını okumak için;
Van – 1
Van – 2
Van – 3.1
Van – 3.2
Van – 4

Tren Yolculuğu

Hayatımın en ilginç anılarından birini yaşıyorum… Van’dan akşam 8:00 trenine binerek Kapıköy’e doğru eski bir trenle yola çıktık. Van Garında müthiş bir curcunaya şahit olduk. Yüzlerce eşya tıka basa vagonlara yükleniyordu. Bu eşyalar Kapıköy’de nasıl bir aramaya tabi tutulacak merak ediyorum…

Bindiğimiz trenin vagonları İran’a, lokomotifi Türkiye’ye ait. İran’a geçene kadar böyle olacak. Eski, çok sallanan bir tren… İçeride anlamsız bir karışıklık var.

Dün (sanırım hayatımda ilk kez) İranlılarla sohbet etmiştim. Bu gün ise onlarca İranlı ile aynı trende yolculuk yapıyoruz… Etrafımda yarı Farisi yarı Azerice konuşan bir sürü insan var… Herkes birbirini tanıyor sanki.

Tren mürettebatı bizimle çok ilgileniyor. Neredeyse her 5 dakikada bir rahatımızı soruyorlar. Şehir kenarından geçerken görevliler bizi uyarıyor. “Çocuklar camları taşlıyorlar, dikkat edin!” diyor içlerinden Türkçeyi iyi bilen biri. Sebebini soruyoruz, “sebebi yok” diyor.

Çocuklar işte, buluyorlar kendilerine bir oyun. Ah sorabilsem keşke. Gecenin köründe neden bir treni taşlarlar? Oyun değil miydi yoksa?

Çaresiz siper alıyoruz. Çocuklar taşlıyorlar, biz ilerliyoruz.

Trenden inince bir kaç İranlı ile sohbet ediyoruz. Kime sorsam Tebrizli çıkıyor. Muhafaza memurları, trendeki çoğu yolcunun günübirlik seyahat ettiğini, her seferinde yanlarında eşya taşıdıklarını ve bu sayede ekmeklerini kazandıklarını aktarıyor.

Fukara her ülkede fukara.
tren yoluna devam ediyor! =}

Van’da 3. Gün: Van Gezisi

Bu gezi notu, 30 Mart 2011 tarihinde yazılmış olup, zorunlu site değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulmuştur.
Van’da 3. Gün 1. Kısım
Van notlarının tamamını okumak için;
Van – 1
Van – 2
Van – 3.1
Van – 3.2
Van – 4
20111218-194054.jpg

Van Gümrük ve Gümrük Muhafaza Müdürlükleri

Bak Hele Bak

Aslında bu gün Kapıköy’e gidilecekti. Fakat heyet programı değiştirince Kapıköy’e gidemedik. Daha doğrusu, gündüz gidemedik.

devamını okumak ve diğer resimleri görmek için=}

Van’da 2. Gün: Aktamar Adası ve İnci Kefali

Bu gezi notu, 29 Mart 2011 tarihinde yazılmış olup, zorunlu site değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulmuştur.
Van’da 2. Gün
Van notlarının tamamını okumak için;
Van – 1
Van – 2
Van – 3.1
Van – 3.2
Van – 4

20111218-193837.jpg

Van Kahvaltının Başkenti

Sabah 6:00 sularında M. Hakkari’ye gitmek üzere yola çıktı. Bense planlarımı hayata geçirmek üzere yola koyuldum. Önce, dünkü lezzeti tekrarlamak üzere kahvaltı salonuna gidiyorum.

kahve molası! =}

Van’da 1. Gün: Masanın Altında

Bu gezi notu, 28 Mart 2011 tarihinde yazılmış olup, zorunlu site değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulmuştur.
Van’da 1. Gün
Van notlarının tamamını okumak için;
Van – 1
Van – 2
Van – 3.1
Van – 3.2
Van – 4

Gölün üstünde muazzam bir uçuş sonrası landing…

Tarihi ipekyolundan şehir merkezine doğru yolculuk. İkinci ligde mücadele verdiğini öğrendiğimiz Vanspor stadının yanından şehre giriş.

Çarşı upuzun bir cadde üzerine kurulu. Bu cadde Kayseri’yi hatırlattı. Tabii burası daha mütevazı, daha doğulu.

İşte yine son anda bir karar değişikliği. Akdamar Adasına gidecekken, yolumu çevirip tiyatroda buluyorum kendimi. Üstelik bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Amacım akşam için bilet sormak…

Tam o sırada, başlamak üzere olan başka bir oyunun olduğunu, istersem izleyebileceğimi söylüyor gişedeki görevli. Yol boyunca afişlerini gördüğüm bu oyunu zaten merak ettiğimden bedava biletimi alıyorum. “Zaten M. gelecek onu beklerken zaman geçer.” diyorum. Oyun hakkındaki tüm düşüncelerim bu kadar. Yani bu kadardı. Ta ki oyunu seyredene kadar…

perde arası! =}

Yangın Var

Filmin Adı: Yangın Var
Oyuncular, Yönetmen, Senarist: (Bkz:IMDB, Google)
Puan: 10 ( IMDB fazlasına izin vermiyor. Düşünün artık.)

yüzen adalar

Ben çok okumayı severim. Okumayı çok sevmem oysa. Okumayı çok sevmeyenlere kısaca mesajımızı aktaralım. İkinci paragraftan sonra bizi rahat bıraksınlar. Övelim, övünelim.

Filmin yönetmeni, film için her ne kadar “…izleyicinin gülmeye mi ağlamaya mı geldiğini kestiremeyeceği bir duygusal tonu var…” dese bile, film; çok çok komik, çok çok gerçek, çok çok dokunuyor kalbinize. Çok çok pastoral, çok çok yalın, çok çok akıcı… Uzuyor gidiyor böyle, “yol” oluyor. İzleyin lan…
uzun yazıyı sevenler böyle buyursun